BÜKOOP Bir Heyecandır – Abdullah Aysu

Dünyada çiftçilik yapanların çoğunluğu kendi aile bireyleriyle çalışır. Dışarıdan işçi çalıştırmaz ya da çok kısa süre için ve az sayıda işçi çalıştırarak üretimi gerçekleştirirler. Böyle üretim yapanlar küçük aile çiftçileridir. Küçük aile çiftçiliği yapanlar köylerde bir arada yaşarlar. Yaşadıkları köylerde ortak bir yaşam kültürü oluşturmuşlardır. Geleneksel kültürleri, dayanışma, yardımlaşma ve bilgi paylaşımı esasına dayalıdır.
Tarımsal işletme sahipleri ise köylerde yaşamazlar. Köy kültürüne dahil değildirler. Kendi arazilerinde inşa ettikleri evlerinde yaşarlar. Evlerini inşa ettikleri arazilerinde üretimlerini yaparlar. İlişkileri toplumsallıktan yoksun bireyselliğin üzerine inşa edilmiştir. Üretim ilişkileri katıksız kapitalist ilişkilerdir. Kültürleri, ketum ve bireysel çıkarları ön planda tutar.
Türkiye’deki çiftçilerin yüzde 85’i küçük aile çiftçileridir. Köyler, dünyanın diğer ülkelerinde de, Türkiye’dekilere benzerdir. Dünyada küçük aile çiftçiliği yapanların sayısı oldukça fazladır. Hollanda, Almanya, Danimarka, Yunanistan, İspanya, İtalya ve ABD’nin köylerindeki çiftçilerin (ülkelere göre değişiklik gösterse de) yaklaşık, yüzde 80-90’ı Türkiye’deki gibi küçük aile çiftçiliği yapar.
Kooperatiflerinin önemi de tam bu noktada ortaya çıkar. Kooperatifler küçük ölçekte üretim yapan köylüler için, küçük ölçekte üretim yapan köylüler de, tarım kooperatifleri için hayati öneme sahiptir. Çünkü hiçbir zaman ne tarım satış kooperatifleri, ne tarım kredi kooperatifleri, ne köy kalkınma kooperatifleri ne de diğer tüm tarım kooperatifleri büyük işletmeler, yani büyük toprak sahipleri veya şirketler için kurulurlar.
Kooperatifleri, küçük köylü üretimi yapan çiftçilerin temel savunma mekanizması olarak tanımlamak da mümkündür. Küçük köylü üretimi yapan çiftçiler, kendilerini ve üretimlerini, büyük toprak sahiplerinin yanı sıra, tüccar ve sanayiciye karşı güçlerini birleştirdikleri kooperatifler aracılığıyla koruyabilirler. Küçük ve orta ölçekte üretim yapan köylüler durumlarını, duruşlarını kooperatiflerde sağlamlaştırırlar. Hatta sağladıkları olanaklarla kooperatifler, yeni küçük çiftçilerin doğmasına/ortaya çıkmasına bile neden olabilir, böylece dayanışmanın ve özgürlüğün alanını genişletirler.
Serbest piyasa politikaları kooperatiflerin içini boşalttı
Küresel tarım ve gıda şirketleri çiftçiliğin ortadan kalkması ve çiftçilerin yerini tarım şirketlerinin alması için IMF ile Dünya Bankası, Avrupa Birliği Ortak Tarım Politikası (AB-OTP) ile hükümetlere yaptırım uyguladılar. Hükümetler, şirket yanlısı politikalarının gereği olarak, tarım kooperatiflerinin üretimden pazarlamaya çiftçilerin çıkarına olan zincirin halkalarını kırmaya çalıştılar.
Tarımsal kooperatiflerde yasal değişikliğe giderek şirket karşıtı olmak üzere kurulmuş olan kooperatifleri, şirket gibi çalışmaları/çalıştırılmaları için zorladılar. Kooperatifleri serbest piyasa kooperatifleri haline getirerek birer piyasa aktörüne dönüştürdüler. Bunun adına da “tarım reformu”, “tarımda yeniden yapılanma” diyerek bir güzel süslediler.
Türkiye’de de bu amaçla hükümetler kooperatifçilik yasasını değiştirdiler. DSP-MHP ANAP Koalisyonu, IMF ve Dünya Bankası’nın isteğiyle; 4572 Sayılı Tarım Satış Kooperatifleri ve Birlikleri Yasası’nı (TSKB) çıkardı. Üretimden pazarlamaya zincirin halkalarına şirketlerin egemen olacağı ortam yarattı. Meydan tek başına şirketlerin belirleyiciliğine terk edildi.
Oysa kooperatiflerin asıl amacı vurguncu kapitalist sektöre/şirketlere karşı bireyleri birleştirerek, ekonomik yönden kendilerini korumalarına imkân ve ortam sağlamaktır.
19. yüzyılın ikinci yarısından itibaren bütün ülkelerin ekonomik ve sosyal kalkınmasında önemli roller üstlenen kooperatifler, hâlâ mutlak piyasacı kapitalizme karşı geliştirilebilecek bir alternatif olarak üzerlerinde düşünülmeyi hak ediyorlar. Üstelik kooperatifler, hem gelişmiş hem de gelişmemiş ülkelerde öyle ya da böyle, bir toplumsal hareket niteliği taşımayı da sürdürüyorlar. Dolayısıyla kooperatifler küresel dünyada demokrasi, barış ve ekolojinin korunmasına büyük katkılar sağlayabilecek araç ve platformlar olarak itinayla geliştirilmeyi bekliyorlar. Ülkelerinin siyasal ve ekonomik bağımsızlığını önemseyen siyasi hareketler, kooperatifçiliği mutlaka programlarına alıyorlar. Çünkü kooperatifler şirketlere karşı alternatif olmalarıyla, güçleri bir araya toplamalarıyla önemli işlevler üstlenebilecek kolektiflerdir. Yaşamın yerelleşmesinde, yerel kültürün tekrardan kazanılmasında önemli roller üstlenebilirler.
Aslında bir kredi kooperatifi banka gibi kredi verir. Fakat bankadan farklıdır. Marketler de mal satar, kooperatifler de. Bunlar da aynı şeyler değildir. Yani kooperatif, şirket ve bankalardan farklı oluşur ve farklı çalışır.
Şirketin amacı, hissedarlarının (ortaklarının) koydukları sermayeye en fazla kârı sağlamaktır. Kooperatiflerin amacı ise, aracıların cebine gidecek olan kârı, ortaklarının cebinde tutmak, bu yolla ortaklarını tüccar ve sanayiciye karşı korumak, sömürtmeden kazancını artırmaktır. Kooperatif ile şirketlerin yönetimleri de birbirine benzemez. Şirketlerde en çok sermaye koyanın sözü geçer. Kararları o alır ve yönetir. Kooperatifler ise sermayelerin, payların birliği değildir. Kooperatifte kararları ortaklar alır ve ortaklar yönetir. Üyeler, kooperatiflerin faaliyetlerinden eşit derecede sorumludur. Kooperatifte herkesin eşit oyu vardır. Yani, her üyenin bir oyu vardır. Demokratiktir. Üye (birey) her şeydir; belirleyendir, yönetendir; her üye, üyesi olduğu kooperatifi yönetme hakkına sahiptir. Şirkette ise, önemli olan sermaye, yani konulan pay ve para miktarıdır, yöneten de en çok parayı koyandır. Özetleyecek olursak, kooperatifleri şirketlerden ayıran temel hususlardan biri kooperatifin eşitlikçiliğidir. Kooperatifte herkes eşit oya sahipken, bir şirkette söz hakkı sermaye büyüklüğü ile belirlenir.
Kooperatif örgütlenmesi, bir üretici dayanışması olarak yeni bir çiftçiliğin, daha doğrusu aslında eski aile çiftçiliğinin yeniden inşasının temel örgütlenmeleri olabilirler.
Kooperatiflerin mevcut sistem içinde küçük-orta ölçekli çiftçiyi sömürü düzeneklerinden koruyacak bir sığınak olarak işlev görmesi için daha donanımlı bir şekle bürünmelerini sağlayabilir. Ancak mevcut halleriyle kooperatifler çoğu zaman, üreticiyi daha ucuza kimyasal alıp üretimini tarım şirketlerininkine eklemlendiren bir işlev görüyorlar. Aynı şekilde kullanıcı (tüketici) kooperatifleri de endüstriyel gıda imalatçılarının katkılı, albeni göz boyayan ürünlerini daha ucuza temin ediyor. Oysa kooperatifler yanlış sistemin de karşısında direnç noktası oluşturabilecek, başka bir dünyayı, yaşamı, kültürü gerçekleştirmede yani yerelleşmede alternatifi olabilecek bir potansiyele sahiptirler. Bu nedenle yeni bir anlayışla tekrardan ele alınmaları gerekir.
Genel olarak üretim sürecinden yerel tohum kullanarak, kullanıcıları sağlıklı gıdayla yalnızca kooperatifler buluşturabilir. Yerelde üretilenleri tüketen yöre insanlarının bağışıklık sistemi güçlenir. Beraberinde yöreye ait yemek kültürü ve yaşam kalitesi korunmuş olur. Bu amaçla yerel pazarlar ve üretici kooperatiflerinden doğrudan kullanıcı (tüketici) kooperatiflerine aracısız biçimde ürünlerin ulaştırılabilmesi, üretici ile kullanıcının teması ve güveni sağlanır.
Üretici ile kullanıcının güveninin sağlanmasında temaslı ve temassız olmak üzere iki yöntem kullanılmaktadır. Temassız yöntemde kullanıcı yerine sertifikasyon şirketi üretici ile temastadır. Temaslı yöntemde ise katılımcı garanti sistemleri ile kullanıcının üreticiyle bizzat, doğrudan temasıdır. Katılımcı garanti sisteminde aracıya yer yoktur.
Temaslı ve temassız yöntem
Köylü üretimi başladığından bu yana organik üretim sistemi ile zaten üretim yapılmıştır. Köylü üretimi de, köyde yaşayan aile bireyleri tarafından yürütülmüştür. Köylü üretimi, aile çiftçiliğinin üzerine oturur. Aile çiftçiliği, bir ailenin kendi gücüyle, olanaklarıyla üretim yapabildiği ölçekteki arazi üzerinde yapılan üretimdir.
Fakat endüstriyel tarımın küçük ve orta ölçekli olmayanlarında, patronlar adına çalışanlar üretimde yer alır, çalışır. Bu yöntemle elde edilen ürünlerin sağlıklılığı devamlı tartışma konusudur. Son zamanlarda sağlıklı gıdalara erişimde kuşku bu yüzden oldukça artmış, neredeyse paniğe dönüşmüştür.
Sertifikalı Organik Tarım- (Temassız Sistem)
Endüstriyel tarımın sağlık ve ekoloji konusunda yarattığı bu panik tarım ve gıda şirketleri tarafından ranta dönüştürülmek istenmiştir. Oysa geçmişte yeşil devrime karşı doğru bir mücadele biçimi olarak ortaya çıkan organik tarım daha sonra şirketler tarafından, endüstriyel sisteme entegre edilmiştir. Şöyle ki; organik tarım yapılabilmesi organik tarım sertifikası veren şirketlere bağımlı kılınmış, şirketlere sertifika bedeli ödeyen çiftçilerin ürünleri sadece organik olarak kabul gördürülmüştür. Organik tarım yapabilmek ve sertifikaya sahip olmak için şirketin dediği ve önerdiği girdileri kullanma zorunluluğu çiftçileri tekrar dışarıdan girdi teminine döndürmüş, bağımsız kılmamıştır. Böylece endüstriyel organik tarım/üretim sistemi ortaya çıkarılmıştır. Endüstriyel üretim tarzından elde edilecek ürünleri satın alacak ve satacak olan şirketler için güvenceye alacak organik sertifika ile belgelendirilme yoluna gidilmiştir.
Endüstriyel organik tarım için gerekli girdiler şirketler tarafından sağlanmasının mekanizması kurulmuştur.
Bu aracılı ve temassız sistem sertifikasyon şirketleri aracılığıyla yürütülmektedir. Bu sistemde kontrollük görevi görenler, şirketlerdir. Sertifikasyon şirketleri kontrollerini çiftçiden aldığı para karşılığı yaparlar. Çiftçiler organik üretim esnasında sertifika veren şirketler tarafından yönlendirilmektedir. Bu yönlendirme ile çiftçiler, temin edici şirketlerin organik gübre, organik ilaç ve hibrit tohumlarını satın almak zorunda bırakılırlar. Bu yolla girdi üretici temin edici şirketler sömürü mekanizmasında yerini tekrardan alır, ürünleri de pazara gıda şirketleri sunar. Değişen tek şey çiftçi ile şirketler arasına yeni bir sömürücü aktör olarak sertifika şirketlerinin girmesidir. Üstelik organik tarımda hibrit tohum kullanılabileceği tartışmaları da son zamanlarda ortaya atıldı. Hibrit tohumun çok su ve girdi kullanımını gerektirdiği bilindiği halde bunu savunabiliyorlar. Savunanlar, “hibrit tohum kullanılabilir fakat girdiler kimyasal değil organik olacaktır” diyorlar. Aslında yapmaya çalıştıkları şirketler tarafından üretilen ve pazarlanan organik girdi kullanımını arttırmaktan başka bir şey değildir.
Oyun bununla da bitmiyor. Türkiye’nin 81 ili ile tüm ilçelerinde Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın il ve ilçe müdürlüklerinin bulunmasına, bu müdürlüklerinde 10 binin üzerinde teknik eleman çalışıyor olmasına rağmen, sertifika verme yetkisi şirketlere verilmiştir. Organik sertifikasyon ve onun oluşturduğu ilişkiler organik tarım sistemini şirketlere mahkûm etmiş, organik üretim sistemini Endüstriyel Organik Tarıma dönüştürmüş, organik tarım, hâkim şirket tarımcılığının oluşturduğu tarım-gıda zincirinin bir halkası/kolu haline gelmiştir/getirilmiştir. Bu sistemler açısından elit bir tabakaya, pahalı organik sertifikalı ürün sunan geniş pazar yaratmıştır.
Katılımcı Garanti Sistemleri- (KGS) ( Temaslı Sistem)
Katılımcı Garanti Sistemleri (KGS) yerele odaklanan kalite güvencesi sistemleridir. Bu sistemde ürünler, üretici ve kullanıcıların aktif katılımı sayesinde sertifikalandırılır ve sistem güven, sosyal ağlar ve bilgi paylaşımı temeline dayanır.
Katılımcı garanti sistemleri aslında hem çok yeni hem de çok kadim bildik bir uygulama. Temeli, köylü tarım üretiminin ilk çıkışına dayanır. Meşruiyetini oradan alır. Bugünkü ortaya çıkışı ise, organik hareketin yarattığı çelişkinin ürünüdür. Başka bir deyişle anahtarın kaybedildiği yerde aranıp bulunması çabasıdır. Organik tarım sertifikasının sağlayamadığı güveni doğrudan, aracısız bir biçimde sağlar. Şirketleri temin ve pazarlamada devre dışı bırakır, hiyerarşik değildir. Katılımcı, kolektif bir hareketinin aracı olarak işlev görür.
Katılımcı garanti sistemiyle üretim yapan çiftçiler, sentetik gübre, kimyasal böcek ilaçları, hibrit ve GDO’lu tohumları üretim sürecinde kullanmaz. Bu tarz, ekolojik, doğayla dost bir tarım yaklaşımını zorunlu kıldığı için çiftçiler ve kullanıcılar sağlıklı ürün üretir ve onunla beslenir, beraberinde ekoloji de korunmuş olur. Organik sertifikasyon sistemleriyle tek ortak noktası: ekolojik ürün arayan kullanıcılara güvenilir ürün sağlamaktır. Fakat garanti sistemleri bu konuda güvenilir bir sertifikasyon sistemi olmanın çok daha ötesine geçer. Başka bir yaşamın, ekolojinin ve dünyanın gerçekleşmesinde araç görevi görür.
Katılımcı Garanti Sistemleri inisiyatifleri günümüzde binlerce küçük organik çiftçiye ve kullanıcıya hizmet vermektedir. Bu inisiyatiflerin sayıları her geçen sene artmaktadır.
Küçük köylü üretimi yapanların emeklerini ücret karşılığı değil, ürettiklerini satarak geçimlerini sağladığını, bu yüzden özgür kalabildiğini ve bağımsızlıklarını koruduğunu biliyoruz. Ücretli emekçilerin gıdalarının nerden geldiğini bilme ve nasıl üretildiğini görebilme ve üretme isteklerini iletip sürece kendi fikirlerini de katabilme olanağına sadece temaslı ilişkide erişebilmektedir. Böylelikle ücretli emekçiler gıda konusunda özgürleşebilmektedir. Bağımsızlaşabilmektedir. Temassız ilişkiler emekçileri gıdada özgürleştiremez. Ücretli emekçiler bu temaslı sistemde gıdada özgürlüklerini kazanırken, küçük köylülerin de özgürlüklerini ve bağımsızlığını sürdürmelerini desteklemiş, onlarla dayanışmış olurlar.
Katılımcı garanti sistemleri prensipsiz değildir. Fakat prensipler önceden belirlenmez, üreticiler yarı üreticilere, yarı üreticiler üreticilere prensip dayatmaz. Prensipler katılımcılar tarafından ortak, kolektif düzenlenen toplantılarda belirlenir. Yine de bugüne kadar gerçekleştirilen uygulamalardan damıtılmış, rafine bazı prensiplerinden söz edilebilir.
Bir kere en başta katılımcı garanti sistemlerindeki katılımcılık, halk tabanlı katılımı ifade eder. Çoğulcudur ve hiyerarşik bir yapıya izin vermez.
Katılımcı garanti sisteminde çiftçiler ve yarı üreticilerin sisteme doğrudan katılmaları sadece teşvik edilmez, talep de edilir. Başka bir deyişle katılımcı garanti sisteminde çiftçiler ve kullanıcılar birlikte kurup geliştirecekleri alternatif sisteme doğrudan dahildirler. Süreci birlikte belirler ve belirlenen sürecin gerektirdiği gibi uygularlar. Üretimde teknik kontrol uygulama yoluna gitmezler. Çiftçiler birbirlerinin zincirleme kefilidirler. Birbirlerini izlerler. Yerel çiftçiler, hem kendi yerel bilgilerini ve deneyimlerini paylaşırlar hem de bu ağ içerisinde edindikleri eğitim ile öğrendikleri bilgileri çok daha iyi uygulayabilme şansını yakalarlar.
Katılımcı garanti sistemindeki bir başka prensip ise üretici ve kullanıcı ilişkilerinin şeffaflığıdır. Herkes sertifikalandırma sürecindeki karar alma mekanizmalarını izleyebilir, onlara katılabilir. Ağa dahil olanların garanti sistemlerinin nasıl işlediğini ve kararların nasıl alındığını anlayabilmeleri için anlaşılır ve açık bir alan sağlar. Bu prensip, bütün katılımcıların katılımı için alan açmak dışında, tarla ziyaretleri ve hakemliklerde yer almalarına da olanak sunar. Katılımda bulunamayan kişilerin sürecin nasıl işlediğine dair bilgileri olabilmesini de sağlar. Böylelikle yarı üreticiler de, tarla ve bahçe ziyaretleri aracılığıyla sertifikasyon ve kalite güvencesi sürecinde rol alıp çıplak gözle görebilir, izleyebilirler. Böylece bu ilişkilerdeki iktidar sönümlendirilir, iktidar mekanizmaları yatay olarak dağılır, yani iktidar paylaşılır. Bu eylemler gıda üretenlerle kullananları -ki ilişkileri bu seviyeye geldiğinde onlar artık yardımcı/yarı üreticidirler- bir araya getiren bir buluşma noktası inşa eder. BÜKOOP, işte böylesi bir düşü gerçekleştirmenin heyecanıdır.
Yazar: Abdullah Aysu